Ajanslara ve güne bomba gibi bir haber düştü dün sabah erkenden:
“BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın oğlu Sedar Sakık intihar etti!”
(Tüm haber sitelerinde “Sidar” olarak yanlış yazılan Sedar adı Kürtçede üç ağaç anlamına geliyordu… ve Sedar genç yaşta kaybettikleri anneden, babalarına yadigar kalan üç fidanın en küçüğüydü…)
Ardından peş peşe asparagas rivayetler yarattı bir takım “hastalıklı” medya…
Senaryoların en acımasız ve çirkin olanı ise;
“ Sedar Sakık vuruldu” olandı.
BDP Adıyaman Milletvekili Sırrı Süreyya Önder yaptığı açıklamada hepsini yalanladı ve itibar edilmemesini, olayın intihar olduğunu belirtti.
Muhtemelen “hastalıklı” medya, Önder’in ilk açıklamasında geçen “ bir takım serseriler sokakta silah sıkıyorlardı” cümlesini her zaman olduğu gibi “anlamak istedikleri” şekilde saptırarak kullanmışlardı.
Haberi duyduğum dakikalarda Eğitim-Sen’in Sıhhiye meydanında düzenlediği mitingi izlemek için yola çıkmak üzereydim.
Yolumu değiştirmedim ama yol güzergahımı yeniden çizdim kafamda hızla.
Yakın arkadaşım olan rahmetli Sedar Sakık’ın teyzesini aradım hemen. Sözlerin bittiği noktadaydık ikimiz de. Çok kötüydü, Sakık’ların ev adresini bile yarım yamalak verebildi bana.
Siirt’ten miting için gelen öğretmen arkadaşımla konuştuk telefonla. Beni bekliyordu. Ona acı haberi verip, mitingde kısa süre kalabileceğimi Dikmen’e gideceğimi söyledim.
Sıhhiye otobüs ve metro duraklarının kapatılması yüzünden Kızılay’da inip alana yürüdüm. Bir saate yakın alana girebilme mücadelesi verdim. Nihayet birkaç resim alıp arkadaşımla da görüşüp ayrıldım alandan.
Acılı arkadaşımın verdiği adres yanlış ve eksik olduğundan taksi aktarmalı ve geç olsa da Sakık’ların evine ulaşmıştım nihayet.
Hep söylerim; her yerde her durumda konuşabilirim ve söyleyebilecek birkaç sözüm vardır. Nutkumun tutulduğu durum ise ölümdür. Hayatım boyunca en az kullandığım sözdür “başın sağ olsun” demek.
…ve hep gri gelir bana yas evleri, kırmızıya boyanmış olsa bile gri!
Kasvetin acıyla karışık kara bulut gibi çöktüğü binanın önün geldiğimizde binanın önünde gördüğüm ambulans bile sanki sessiz bir avazla acıyı haykırıyordu. Taksiden inmek bile ne zordu.
Şahin Apartmanı No: 60’ın önündeydim. 9 numaralı dairenin önünde duraksadım biraz. Elim fotoğraf makineme gitti geldi, vazgeçtim. Bir an mesleğimi unutmam gerektiğini emretti insanlığım ve dairenin önünde sıra sıra dizilmiş ayakkabılar.
İçerden müzik sesi gelmiyorsa eğer, oldum olası korkutmuştur beni daire önlerinde yığılı ayakkabılar.
Bu kez de içerden, insanı olduğu yere çakan Kürtçe ağıtlar geliyordu.
İçerisi de griydi.
“Sedar annesinin yanına gitti heval…”
Omuzumda ağlayan arkadaşım yeğeninin taze acısıyla birlikte 5 yıl önce yine bu evde kaybettiği kız kardeşinin acısını da yaşıyordu. Evet, meslek yoktu o an. Arkadaşlık vardı, dostluk, tarifsiz acıyı bölüşmek, bambaşka duygular vardı…
“ Çok sayıda basın mensubu girmek istedi ama izin vermedik… lütfen sen de özelimize dokunma heval… resim alma içerden… gel seni Sedar’ımızın odasına çıkarayım…”
Bir balkon bu kadar ürkütmüş acı vermişti bana… 4. Kattaydık… Aşağıya baktım… Şeritlerle çevrilmiş beton alana… Kurtulmak zaten mucize olurdu sanırım. Kan izinin yıkandığı yer ıslaktı hala.
Balkondan fotoğraf almama izin verdi arkadaşım. Ama içinden geçtiğimiz Sedar’ın odasında kapattım makineyi.
“ ………….manşetler atmışlar” dedim.
“ Yazıklar olsun… böyle bir zamanda bari yapmayın be…”
Salonda tüm yakınları vardı… Anneanne, teyzeler, halalar… Biri yoktu sadece… Beş yıl önce kaybettiği annesi…
O, Sedar’ını karşılamakla meşguldü çünkü o an.
“Sedar e me zawa buyeeee!”
(Sedar’ımız damat oldu…)
Bekar ölen erkeklerimize yakılan en acı ağıttır bu bizde.
Arada Türkçe ağıtlar yükseliyor.
“Bir kız için değer miydi be Sedar?”
Anlaşılan o ki; Bu bir aşk intiharıydı.
Ne garip?
Aşk gibi güzel bir kavramla intihar gibi kötü bir kavramın bir araya gelmesi.
“ İstanbul’da özel bir üniversitede radyo televizyon okumuş… Orada tanışıp birbirlerini deli gibi sevdikleri bir kız varmış… Son zamanlarda araları kötüymüş… Ayrılmışlar galiba… Bu ilk değil… Birkaç gün önce de hap içerek intiharı denemiş diyorlar… Ama kurtarılmış… Sonraki günlerde de garip davranışları dikkat çekiyormuş… Arabasıyla sağa sola çarpıp ucuz atlatmış hep… İlk intihar denemesini duyan kız arkadaşı İstanbul’dan gelip iki gün kalmış Ankara’da… Barışıyorlar muhtemelen… Ama gidince tekrar sorunlar baş göstermiş olacak ki aralarında tartışmalar yaşanmış telefonda… Sedar internetteki twitter ve face hesaplarını kapatmış… Dün gece katta dubleks olan evlerinde üst kattaki odasında yüksek sesle tartışıyormuş telefonda… Sesin gitgide yükseldiğini alt katta ki odada duyan babası dayanamayıp odasına çıkıyor… Sedar odasının balkonunda konuşuyormuş telefonla… ve konuşma devam ederken aniden balkondan aşağıya atıyor kendisini… Baba koşup yakalamak istiyor ama başaramıyor…”
Bölük pörçük anlatılanlardı bunlar…
Ne kadarı doğru, ne kadarı acının yarattığı ruh haliyle bir takım duyum parçalarını kendince birleştirip anlatmaktır bilinmez elbet. Bilinen tek şey Sedar’ın genç yaşta bu ani ölümüyle sevenlerini gerçekten tarifi imkasız bir acıya boğduğuyduÇ
Odasındaki bilgisayarı ve telefonu incelenmek üzere yetkililerce teslim alınmıştı. Bir iki fotoğrafını da olaydan sonra ağabeyi “bir yerlere vermek üzere” alıp götürmüştü. Başka da fotoğrafı yoktu evde.
Sırrı Sakık’ın yanına gitmek istiyordum. Bir yakınının Hoşdere’de ki ofisinde başsağlığı ziyaretlerini kabul ettiğini öğrendim. Adresi alıp çıktım.
Ben binaya girerken birkaç gazeteci çıkıyordu. Gençler vardı bina girişinde. Fotoğraflarından tanıdığım kadarıyla iki ağabeyi de o gençler arasındaydı. Ofise girmeden makinemi çantama koymuştum. Sakık’ın acısına saygımdan kullanmayı da hiç düşünmüyordum.
Hasip Kaplan, Bengi Yıldız ve birkaç milletvekili ile birlikte 20 -30 kişinin bulunduğu salonda sessiz ve ağır bir hava esiyordu.
“Yarın Gölbaşı’nda annesinin mezarı yanına defnedilecek…” denildi konuşma arasında.
Sorduğumda, Sırrı Sakık’ın iyi olmadığını bir süreliğine salondan çıktığını söylediler. On beş dakika sonra içeri geldi Sakık.
Öncesinde konuşulanlardan öğrendiğim kadarıyla sakinleştirici yapılmıştı. Sakin gibi görünüyordu. Ama on yaş birden çökmüş sanki.
Acısına rağmen salondaki kalabalık içinde beni fark edip yanıma geldi ve “hoş geldiniz” diyerek tokalaştı. Zorlanarak ta olsa “başınız sağ olsun…” diyebilmiştim.
Metanetli durmaya, gelenlerle ilgilenmeye çalışıyordu ama başka bir alemde yaşıyor gibiydi.
Bir ara yanına gidip:
“ Konuşmakta zorlanıyorum Sayın vekilim. Acınıza saygımdan fotoğraf almayacak konuşmanızı kaydetmeyeceğim, ama bugün bazı manşetler çok üzdü beni, istedim ki gerçekleri yazayım ben…” dedim.
“Çok teşekkür ederim. Haklısınız, biz de duyduk o manşetleri. Ayıptır, yazıktır. İnsanların acısını bile bu şekilde kirletip çarpıtmak bu tür asılsız manşetler atmak çok çirkin… “
Evet, cidden ayıptır!
“ Sırrı Süreyya Önder ile oturuyorduk bizde… Bir ara sokaktan silah sesleri geldi… Sedar dışarıdaydı… Silah sesleri telaşlandırdı bizi… Arayıp geç kalmamasını eve gelmesini söyledim… Daha sonra dayanamayıp kendim gidip getirdim eve… Epey sonra da o olay oldu işte… Ah keşke getirmeseydim eve… Getirmeseydim…”
Arada kafasını geriye atıp derin bir iç çekerek ana diliyle “Oy limin!” dediği anlarda yüzündeki ifade bir babanın yaşayabileceği en büyük çaresizliğin resmiydi.
“ Ah bir tanısaydınız…. Tanısaydınız ah… Kimse kırılmamıştır ondan… Herkes severdi… Çok sevilirdi biliyor musunuz? Hani her evin her ailenin bir azizi vardır ya? Sedar da bizim ailenin aziziydi…”
Duyumları soruyorum;
“ Kız meselesiydi diyorlar…? “
Beni duyuyor ya da duymuyor bilemiyorum, onaylamıyor… Reddetmiyor da…Genel bir yanıt veriyor, acısına hürmeten susup yinelemiyorum sorumu.
“ Bunalımdaydı… gençlik bunalımları işte… son günlerde iyi değildi… ah! Tutamadım… yetişemedim… kurtaramadım…”
Beceriksizce konuşmayı değiştirmeye çabalıyorum;
“ Burada mı devam edecek taziye yoksa parti merkezinde mi?”
“ Burası küçük… Yarın için Çankaya’da daha büyük bir yer ayarladık… Orada kabul edeceğiz ziyaretleri…”
“Başbakan ve diğer liderler aradılar/geldiler mi?“
“ Başbakan aradı… Kemal bey ve bir çok vekil de aradı…Vekillerden gelenler de oldu sağolsunlar…”
Konumu nedeniyle ağır ve metanetli durmaya çalışan baba gün boyu ağlamaktan şişip kızarmış gözleriyle ağlamamaya direniyordu bu kez.
Daha fazla üzmemek için izin isteyip vedalaştım.
Tam salondan çıkıyordum ki Ahmet Türk ve bir kadın milletvekili girdi salona
Türk’le sarıldıklarına direncini yitirmişti acılı baba. Hıçkırarak ağladılar. O tabloya daha fazla tanıklık edemeyip hızla çıktım binadan.
Zor bir gündü ve zor bir yazı oldu.
Allah rahmet eylesin.
Babasına kardeşlerine ve geride bıraktığı tüm sevenlerine sabır diliyorum.
Sosyal paylaşım sitelerinde , bu denli büyük bir acıyı bile, canileşmiş egolarına malzeme yapıp sevinç nidaları atan ırkçı zihniyetlere ise tek şey söylüyorum;
Yazıklar olsun!